İnsan ne ister?
Kendimden yola çıkıyorum. Çoğu zaman en çok istediğim şey yemek yemek. Ama bu,
varlığımla birlikte gelen bir istek değil. Evet, insanın yaşaması için yemesi
gerekli; fakat bendeki yeme isteği tamamen bir başa çıkma mekanizması.
O yüzden insan olarak asıl isteğim, sanırım, anlaşılmak,
duyulmak ve görülmek. Özellikle de anlaşılmamış, duyulmamış ve görülmemiş
bir çocuğun yetişkin versiyonu olduğumdan, bu ihtiyaçlar benim için hiçbir
zaman karşılanmayacakmış gibi hissettiren yaşamsal arzulara dönüşüyor.
Sanırım diğer insanlar da çok farklı değil. Zamanın kaydedilmesi,
tarihin yazımı da tam olarak bu nedenlerle başlamış olabilir. İnsan, uçsuz
bucaksız zamanın neresinde olduğunu bilmek istiyor. Bir kaygı bozukluğundan
mustarip birinin, ağırlık yapan yorganına sarılması gibi, kendisini saran bir zaman
kavramına ihtiyaç duyuyor ki yaşadığının farkına varsın.
Zamanın farkına varan ve onu kendi yöntemleriyle takip eden insan,
aynı sebeple sesinin de duyulmasını istiyor. Sesi duyulsun ki yaşadığını
bilsin. Zihnini ve yaşamını böylece somutlaştırabiliyor.
Hatta Eski Romalılar da aynı mantıkla ölümsüzlüğün ardında eserler bırakmak olduğunu düşünmüşler: Ad astra, sic itur.¹
İster görsel sanatlar ister yazın olsun; kişinin kendisini ifade
edebildiği, zihnini anlaşılmak üzere bir sunum şablonuna sığdırabildiği
eserler, üreticisine bir tür ölümsüzlük sağlıyor.
Cicero’nun adını bilen birçok kişi vardır diye düşünüyorum.
Çünkü o ve yazıya döktükleri hâlâ okunuyor, tartışılıyor.
Biz mesela çeviri yaparken, kaynak eserin yazarının ne zaman
yaşadığı, hangi toplumdan çıktığı, hayatının hangi evresinde yazdığı, eğitimde
hangi aşamalardan geçtiği gibi bilgileri edinmeye çalışıyoruz. Bu, yapılacak
çevirinin kalitesini artırıyor. Çünkü yazarın zihnine bir kapı
aralayabiliyoruz.
Çoğu kez ölmüş birinin zihnine hâlâ yaşıyormuş gibi
davranabiliyoruz.
Ben ise en çok ölümden korkuyorum. Özellikle de anlaşılmadan,
duyulmadan, görülmeden ölmekten.
Bu korkum, zaten çocukken sürekli suçlanan beni, daha fazla şey
anlatmaya, kafamın içindekileri daha çok yazıya dökmeye itiyor.
Ama bir sorun var ki herkes her zaman müsait değil ve ne yazık ki
herkes beni kafamın içindeki sesler kadar iyi anlamıyor.
Bu durum, sanki uzayın derinliklerinde biriyle sohbet etmeye
çalışıyormuşum hissi veriyor. Anlattıklarım, ağzımdan çıkarken kayboluyormuş
gibi.
İşte bunu yaşamamak için bir yerlere bir şeyler yazmaya ve bu
yazdıklarımın birilerine ulaşmasına ihtiyacım var. Bu yüzden de buraya
yazıyorum.
Çünkü verba volant, scripta manent.²
¹ Yıldızlara işte böyle gidilir.
² Söz uçar, yazı kalır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.